Açıklama
Share this
SUNUM
İnsan fıtratı, yani karakterlerin ve şahsiyetlerin oluştuğu malzemenin oluşturulduğu acayip bir algoritmaya benzer. Bu algoritma denklemler üzerine kuruludur ve sürekli işlemler yaparak eksik bir değer üretir. Ne olursa olsun, hangi denklem ne şekilde eşitlenirse eşitlensin bir sonraki denklem her zaman bir eksik ile yeniden düzenlenir.
Buna bir örnek vereyim; X+3+4: 11, diyelim 4: aile olsun, 3: iş olsun ve bu iki değerin kişinin tam da istediği değerler olduğunu kabul edelim. Yani kişi bu iki değeri temel değer olarak alır, onu bozmadan onları sabit tutarak denklemde eksik kalan -X- değerini tamamlamak üzerine hareket eder.
Bu denklem bir yerden üretilmiştir, üretilmesinin kaynakları ise kişinin temel kültür değerlerinden gelir. Temel kültür değerleri ise birer kombinasyon ya da korelasyon değerlerinden oluşur.
Yani 11 değeri kişinin zihinsel olarak kendini konfor alanında hissetmesi ile ilgilidir, zihinsel olarak kendini oraya yerleştirmiştir.
Buna basit bir örnek vereyim, işler yolunda, para var, aile düzeni iyi, eksik kalan nedir? Eksik kalan üretilmiş değerdir. Örneğin bu bir AVM’ye gitmek olabilir, tatile gitmek olabilir, bir çeşit eğlence oluşturmak olabilir.
Şimdi-X- değerine bakalım, bunun -4- olması gerekir, nereden bulacak bunu? Biriyle karşılaştı diyelim, eğer o kişi 3 değerinde ise, onu 4 yapmaya çalışır, yani çoğaltmaya çalışır. Eğer 5 değerinde ise onu bu sefer eksiltmeye çalışır, yani kendi ihtiyaçları ya da arzularına göre eksiği tamamlamaya ya da fazlayı tıraşlamaya zorlar kişiyi çünkü onu kendi ihtiyaç konfor alanına göre düzenlemeye çalışır.
O noktaya nereden gelir? Şuradan gelir; kişi elbette 4 değerindeki kişiye ulaşmaya çalışır ama her zaman denk gelmeyebilir, zamanla denk geldiğini değiştirmeye çalışır, genellikle de böyle olur.
Bu denklemler ilginç algoritmadır, bazıları 5 dakika sürer bazıları 5 hafta, bazıları 5 ay bazıları 5 yıl, bazıları 50 yıl sürebilir.
Kümeler hareketli alanlardır, kişi kaçınılmaz olarak her zaman kümelerin ortalaması içinde herhangi bir şekilde kendisi için bir küme oluşturur. O kümenin varlık sebebi ise kişinin anda önceliklerini belirlemesi ile ilgili temel içgüdüler ile ilgilidir.
Buna sıralamalı ardışık örnekler vereyim, örneğin çok sıkışmış, tuvaleti gelmiş biri için küme anda o yönde oluşur. Varsayalım ki; dört kişi bir araç içinde uzun yolda gidiyor, bir yere yetişmeye çalışıyorlar, birinin tuvaleti geldi, tuttu-tuttu ama tutamaz hale geldi, ne pahasına olursa olsun, o arabayı durdurur ve kendini dışarıya atar.
Araba içinden birileri, kaybedecek zamanımız yok, seni trene yetiştirmeye çalışıyoruz, biletin yanacak. Kişi; yansın, bir sonraki ile giderim der.
Aynı şekilde, barınma, beslenme konusunda da insanlar aynı şekilde davranırlar, yani bir ağaç dibine çişini yapmak uğruna bin liralık bileti yakmaya hazır olurlar. Son derece aç ya da susuz kalmış ya da barınak sorunu olan ya da belli sıkıntıları olan insanlar, örneğin ağır sıcak ağır soğuk altında kalmış ya da aşırı ıslanmış ya da aşırı bitkin durumda olanlar da anda küme oluşturur ve kar-zarar hesabı yapmadan eksiği tamamlamak üzerine hareket eder.
Bu teoriyi neden anlattım? Sebebi şu; bu bir teoridir, yani bu teori üzerinden iyi bir gözlem ve sağlam bir tefekkür ile çok sayıda karakteri analiz eder ve inceleyebiliriz. Yani balık vermek değil, balık tutmasını öğretmek gibi. Teori tekniklerin geliştirilmesini sağlar, patikalar oluşturur ve birçok davranış biçimini gözlemleyerek kişi bu teori üzerinden sınıflandırmalara gidebilir.
Buna örnek Freud olabilir, yani aslında psikanaliz sisteminin kurucusu ya da teorisyeni Freud değildir, İsviçreli bir adamdır, adı Otto Rank.
Freud ondan almıştır teoriyi, kendine göre geliştirmiştir. Jung ve Adler de Freud’un talebesi idi, onlar da bu teoriyi alıp kendilerine göre yorumlayıp eklemeler yapmıştır. Freud üzerinden örnek vereyim, dediğim gibi bir insanın kullandığı malzeme kendi kültür geçmişidir.
Şimdi kendinizi Viyanalı bir Yahudi yerine koyun, ben nasıl bir şey olduğunu izah edeyim. Aslında Nietche de aynı benzer bir sıkıntıyı çekmiştir, yani Almanların ırkçılığı çok derindir. Örneğin Avrupalı bir çöpçü, kendini profesör bir Türk ya da Yahudi’den üstün görür, gerçekten de bu böyledir.
Hatta Avrupalı bir işçi yabancı patronundan kendini üstün görür. Bunun nedeni kendi eğitim ve kültür birikimidir, daha bebek iken zihinlerine yerleştirilir bu kültür. Freud ne yapacaktı; sistemini Avrupa kültürüne mi dayandıracaktı? Öyle yapmadı, kendi ana kültürü ile ilişkilendirdi, yani temel Kabbala sembolizmini psikanaliz sistemine değerler olarak koydu.
Yani kendi özgün bahçesinden beslendi. Zaten her insan böyle yapar, yani bakılması gereken yer, bu tür denklemlerin algoritmaları hangi değerlerden gelir. Örneğin çekirdek bir aileden gelme bir küçük burjuva aile kültüründen çok şehir kültürü üzerinden kendini şekillendirirken, taşralı bir aşiret kültüründen gelen kişi profesör bile olsa genel temel değerleri bu aşiret kültürü üzerinden düzenlenir.
Örneğin; Adler ve Jung teoriyi daha alt seviyelere indirgemiştir, biri kültür mirasına bağlarken, diğeri ise arketipsel temel içgüdülere bağlamıştır. Genellikle de rüyalar ve bilinçaltı düzeyinde sembolizma değerleri için kaynak olarak bunları göstermiştir.
Nietche’nin dramı ise ayrıdır, kendini her zaman bir Alman gibi görmek istemiş ama dışlanmıştır, dışlandığı için de Alman düşmanı olmuştur, çelişkisi de budur. Büyük Alman milliyetçisi besteci Wagner ile yakın dostluğu vardır ama diğer yandan da içinde yaşadığı Alman toplumundan nefret etmiştir çünkü o bir filozoftur.
Ama bir Alman köyünde bir Alman kızı buna beş para bile değer vermemiştir. Düşünün bir filozof, inek sağan bir Alman köylü kızına aşık oluyor ama kızın gözünde beş para değeri yok çünkü o bir Polonyalıdır.
Bir insan sürekli bu denklemleri oluşturur, bazen ihtiyaçlar piramidi üzerinden bu denklemler şekillenir ya da bir denklem kurmaya itilirler. İtilme kısmına bir yerde zorunlu olarak tutulma mecburiyeti, askerlik gibi, hapis gibi ya da okullar ve saire, hatta trende otobüste, yani bir mekanda belli bir süre bulunma zorunluluğu, o mekan tarafından oluşturulan kültür alanı kaynak olarak kullanılır o denklemin oluşturulmasında.
Örneğin 1-2 saatlik yolculuk sırasında kişinin müzik açması, kitap okuması, gazete okuması gibi davranışlar aslında geçici olarak kendini askıya alma ihtiyacından kaynaklanır çünkü zaten 1-2 saat sonra mekan bozulacaktır ve o mekana yatırım yapılmaz.
Bundan dolayı mekan onu küme oluşturmaya zorlasa da o kişi temel olarak eksikliği çantasında bulunan şeylerle kapatmaya çalışır. Hiçbiri yoksa da yanındaki yolcu ile nerelisin hemşerim kıvamında muhabbete girmeye çalışır. Yani denklem bir eksiklik üretmiştir ve kişi bu eksikliği, yani -X- alanını doldurmaya çalışır, bu genel insan davranışıdır. Yani her bir milyon kişiden 999.999 kişisi bu şekilde davranır.
İkinci davranış biçimi ise, yani her bir milyonda bir kişinin gösterebileceği davranış biçimi ise bunun tam tersidir. Davranış kalıbı şu şekilde gelişir, herhangi bir şekilde bir küme oluştuğunda, buraya dikkat edin, ne dedim?
Küme oluştuğunda, bu neyle ilgilidir? Algı ve gözlemleme ya da gözlemci olarak aktif olma durumunda ortaya çıkan bir durumdur. Denklemin sol tarafında bulunan sayısal değerlerin sürekli değiştiğini varsayalım, yani kuantum alanı belirsizlik alanı vardır.
Eğer sen gözlemci olarak o alanı gözlemlemiyorsan, orada olan biten zaten senin algı alanında değildir, yani algı alanı burada önemlidir genel bir aydınlatma olarak.
İlk örneğe dönelim şimdi, ne demiştik? Bir gözlemci olarak kişi denklemin sol tarafında bir değer gözlemler, diyelim ki bu değer 10 olsun. Neden 10? Çünkü hayal dünyası ya da bilgi dünyası bu kadar çünkü zaten her şey ve herkes kendi potansiyellerinin sınırında takılır, her zaman herkes kendi potansiyellerinin sınırındadır, varoluşun temel fıtratı budur zaten, sınıra kadar dayanmak.
Şöyle düşünebilirsiniz, benim potansiyelim daha fazla, olduğumdan fazlayım, evet kök değer olarak bu böyledir ama orada eksik parça oldukça o şey zaten sen değilsin. Örneğin çok zekisin, çok akıllısın vesaire ama tembelsin, yani ilk iki değerin zaten sınırlarındasındır, tembellik haline ilaveten zeki, akıllı olmanın sınır potansiyeline ulaşmışsındır zaten, buna çalışkanlığı da eklersen, yeni sınır belirlenir.
Buna cesareti de eklersen yine yeni bir sınır belirlenir, yani içerideki oluşum etmenler çoğaldıkça genişledikçe arttıkça potansiyelinin sınırları değişir ve her zaman sınıra kadar gidersin. Kendine yeni bir değer eklediğinde eski potansiyelini de geçmiş olursun.
Bundan dolayı insanın hayal gücü ve bilgi temeli eşittirden sonrasının değerini belirler ve buna bağlı olarak denklemin sol tarafında kalan değerler toplamında -X- faktörü dediğimiz eksiklik buna göre tayin edilmiş olur. Kim olursan ol, eğer algortimanın kuracağı denklem bu şekilde kendini eşittirden sonrasında bir değer oluşturup o değere ulaşacak eksikliği kapatman yönünde seni motive ediyorsa bu durum seni o algortimanın esiri yapar. Yani eksik hissetme değeri, bütün mevcut sistem bunun üzerine kurulmuştur, süperman olsan yine de seni kendine eksik hissettirirler.
Diğeri neydi? Bir gözlemci olarak kafanı çevirdin ve bir alanı gözlemledin diyelim, aynı anda oradaki sayısal değerlerin aniden sabitlendiğini göreceksin.
Örneğin çok sıkıştığını gözlemledin ama varsayalım ki; akıl hastasısın, altına işedin, umurunda değil, yani alanı gözlemlemiş oldun, fıkradaki gibi oldu yani. Ama bir nedenden dolayı alanı gözlemlediğin anda algısal olarak zaten belli değerleri de gözlemlemiş oldun, gözlemlediğin alanda eksiklik yok, olamaz zaten çünkü denklemin sadece sol tarafına baktın çünkü ulaşılması gereken bir değer konusunda bir algı oluşturmadın.
Ne göreceksin? Diyelim ki şu var denklemde; 1+2+3+4: 10, böyle bir değer çıktı, 10 nedir? Bakarsın işe yaramaz bir şey, gözlem alanını değiştirirsin. İşe yaramaz olması nedir? Varsayalım ki balık tutuyorsun oltayla, oltaya iskorpit ya da balon balığı geldi, boşa hamle, senin istemediğin bir şey, alır denize geri atarsın. Diyelim ki; birileri sohbet ediyor, gözlemci oldun, ortaya şöyle bir değer çıktı; 2+3+5: 8, bu ne yahu boş laflar dersin. Bu şekilde davrandığında neyi elde etmiş olursun?
Asla eksiklik hissetmezsin, diğerinden her zaman eksiklik hissedersin, o eksikliği kapatmak için de harekete geçersin ama bu yönde acayip kandırmacalar vardır toplum içinde, gündelik hayatın her alanında, üstelik de kendini otorite şeklinde tayin eden birileri tarafından bu yapılır.
Örneğin; yanındaki biri, haydi abi geç kalacağız, yani bu bir denklem oluşturmaktır, eksikliği hissettirir, acele etmen gerektiğini ya da biri sana duygusal bir tepki verdi, diyelim öfkelendi, kızdı, kaçınılmaz olarak denklemi oluşturmuş olur, orada eksik bir değer vardır. Onu yatıştırmak, ikna etmek, teselli etmek, her neyse artık, seni bir davranışa sürükler.
Yani sistem daima sana eksik bir şeyleri gösterir, sen de bu eksikliği tamamlamak üzere ömrünü harcarsın, oysa bu bitmeyecek bir şeydir, eksik hep var çünkü algoritma eksik üretme üzerine kurgulanmış. Algoritmadan çıkmak istiyorsan neyi üretmemen gerekiyor? Olması gerektiğini düşündüğün bir eşittirden sonrasının değerini üretmemen gerekiyor?
O zaman matriksi çökertmiş olursun. Örneğin; bir tartışma yaşandı, taraflardan biri duygusal olarak bir çöküntü yaşadı, bu durumda kişi eğer bunu düzeltme yoluna gittiği zaman ne olur? Bir eksikliği kapatmaya çalışmış olur. Örneğin; yahu kızma üzülme öyle demek istemedim, seni kırmak üzmek istemedim yanlış anlaşıldı vesaire, nedir bu? Alanda eksikliği görmüş oldun, bu neyi bozar? Prensibi bozar.
Örneğin; kim dürüstlüğünün cezalandırılmasını ister, bu çok zalimce bir şeydir, iyi bir şey cezalandırılır mı? Bunun tehlikeleri çok büyüktür, aynı hikayedeki gibi, o anın zararından çok, o kişinin dürüstlükten vazgeçmesine neden olmak aslında en büyük zalimliktir.
Örneğin; birine bir soru sordun, o da kendi değerleri doğrultusunda sana dürüst bir cevap verdi ama sen bu cevaptan hoşlanmadın ve onu cezalandırmaya kalktın. O kişi bundan sonraki hareketlerinde şöyle düşünür;
Bana ne yahu, dürüst konuşuyorsun karşılığında ceza görüyorsun, en iyisi he he deyip geçmek, işte yanlış olan bu, böylece bir kişinin değerlerini bozmuş oluyorsun. Genellikle de böyle oluyor, yani bu ve benzeri muamelelere tabi tutulan her milyon kişiden 999.999 kişi artık dürüst olmaktan vazgeçiyor çünkü dürüst olduğu için ona küsüyorlar, kızıyorlar, düşman oluyorlar, kin tutuyorlar vesaire ama bu ne zaman böyle olur? Eğer algoritmanın bir uzantısı olarak davranıyorsan bu böyle olur.
Şimdi bunu sayısal değerlere dökelim, bir alanı gözlemledin, bu ne demek? Biri sana bir şey söyledi, sen de dinledin, bu alanı gözlemlemek demektir. Elde ne var? Diyelim ki; 3-5-7: 15 yapar, yani değer olarak oluşan, birinin öfkesi ile karşılaştın, 15 öfke diyelim, bu onun öfkesi seni bağlamaz, ortada bir eksiklik yok, tamamlaman gereken bir şey yok, sadece 15 benim için uygun değil dersin, gözlemi bırakırsın.
O kişi de kendi hatası ile baş başa kalır ve kendini düzeltmek zorunda kalır ya da düzletmez kendi bileceği iş. Eğer bir insan dürüstlüğü kendine uymadı diye cezalandırmaya kalkıyorsa bu o kişinin sorunudur, o kişinin duygu durumu seni bağlamaz çünkü kozmik bir değeri ihlal etmiştir, hatalı olan odur. Dahası son derece tehlikeli bir davranışta bulunmuştur, kendi evladın bile olsa bu şekilde davranmazsan sen de kozmik karma yasasını ihlal etmiş olursun.
Hikayeyi bilirsiniz; sultan atını çalan hırsızın kafasını kesin dediğinde, bir at için kafa kesilir mi? Cevap şu; atımı çaldığı için değil, eğer bu duyulursa bir daha artık kimse yerde yatan bir yaralıya yardım etmez.
İşte dünyanın hali budur, mevcut hali, güvensizliğin temelinde bu vardır, dürüst insanların cezalandırılması. Kişilerin kendi çıkarları için prensipleri ihlal etmesi, kozmik-karma yasasına karşı gelmeleri dünyayı bu hale getirmiştir.
Dünyanın en pahalı şeyi güvensizliktir çünkü seni iş yapamaz hale getirir. Buna sebep olan da örnek olarak dürüst bir davranışın cezalandırılması davranışı, yani bir insan dürüst bir şekilde seni bir konuda eleştiriyorsa buna karşı kindar ve düşmanca davranman, o kişiyi cezalandırmaya çalışman kozmik-karma yasalarına ihanet sayılır çünkü büyük kozmik hareketi bozmaya yönelik bir davranıştır bu.
Çünkü bu kişi ileride bir başka kişiye doğru bir eleştiri yaparak o kişiye faydalı olacaktır ama senin davranışın yüzünden o kişi dürüst davranmaz, yani kelebek etkisi, domino etkisi olur, oluyor da zaten.
Bir resim grubunun resimlerini paylaşan amatör işler, bir resim vardı, hem oranlar bozuk hem de perspektif bozuk. Yorumlara bakıyorum, hepsi de arkadaş olmalı, harika, süper, muhteşem, bu insanlar neden bu halde kötü olan bir şeye muhteşem diyorlar? Sebebi basit, dürüst olurlarsa düşman kazanırlar, bunun korkusunu yaşıyorlar. Böyle bir insan mı olmak istiyorsun?
Eğer böyle bir insan olmak istemiyorsan yapman gereken algoritmaya karşı koymak, yani herhangi bir durumun sende bir eksiklik duygusu yaratmasına izin vermemek.
Gematria, numeraloji, sayısal değerlere bakalım, Biraz değineyim, ne yaparlar? Öndeki sayıları toplarlar ve bir değer elde ederler, yani her harfin sayısını toplarlar ve bir sayı elde edilir, o sayı gerçek değerdir, ona anlam yüklerler. Yani kadim bilgeliğin bildiği bir şey var, onlar eksiklik gösteren algoritma üzerinden gitmezler, var olanın neye tekabül ettiğine bakalar çünkü gerçek olan odur.
Üretilmiş, yani herhangi bir duygu durumu ya da örüntüsel bilgilerin yansıması şeklinde oluşan, eşittirden sonrası üzerine olan değerden varsayımsal olarak bir alan oluşturup o eksikliği giderme çabasına girmezler. Aslında bu bir razılık durumudur, olaya bakarsın, gözlemlersin, sonucuna bakarsın, gerek görürsen işlersin, görmezsen gözlemci olarak o alanı terk edersin. Sen bıraktığın anda da artık o şey senin için bir gerçeklik değeri taşımaz.
Aslında oyun teorisinde bu sistemler kullanılır, Örneğin; Las Vegas’ta bir casinoya girdiğinizde karşınıza ne çıkar? İşaretler, hangi işaretler? Bonuslar, büyük ikramiyeler, jackpotlar ya da toki konut piyangosu gibi şeyler, yani salona girdiğinde anda zaten bir sürü eksiklik alanına otomatikman düşmüş olursun. Hatta hiyerarşik olarak dizilmiş oyuncu alanları, büyük masalar, daha çok hizmet alan masalar filan, yani hangi alana baksan her taraf sana kendi eksikliğini gösterir.
Bu eksikliği kapatmak için tek yol oyuna girmektir, cebinde bin dolar ile makinelerin başına oturursun, amacın jackpottur, ne olur? Paran biter çünkü ne yaparsan yap o algoritmanın gösterdiği kümeler üzerinden gidersen sürekli eksik hissedersin.
Soru şu, eksik hissetmeden bir şeyler başarmak mümkün müdür? Bu sorunun cevabını defalarca verdim, yine vereyim, eksikliği sen bilinçli olarak oluşturup algoritmaya bağlı olmadan, yani kendi kendini eksilterek bir denklem oluşturduğunda ne olur?
O zaman özgür olursun çünkü oluşan toplam değer, senin her eksiklik gidermende değişir, sen de sonuçlarını görürsün. Buna vesile olmak denir, Tanrı da belli noktalar da insan gibi davranır.
Örneğin; bir yüzme okulunu ele alalım, herhangi bir spor okulu, fark etmez, okulda 100 talebe olsun, içlerinden hangileri özel eğitim görür, örneğin okulun elinde 10 uzman hoca olsun. Yani o 100 kişiden, burası önemli, en iyi 10 yüzücü seçilir, her birine bir özel hoca verilir, diğerleri de bu düzen içinde aşağıya doğru, Örneğin; beşli bir guruba 1 hoca, 10lu gruba bir hoca şeklinde gider, en iyi yüzücülere en iyi hocalar verilir. Vesile sistemi de budur, yani tanrı, kozmos, karma neye vesile olacaksan ona göre verir, dağına göre kar verir.
Örneğin kendini nasıl eksiltirsin? Çok basit, diyelim ki 100 metreyi iyi koşuyorsun, 200 metrede çuvallıyorsun, 200 metreyi koş, çuvalla ama koşmaya devam et bir gün mutlaka başarırsın çünkü niyetin kozmik karmayı değiştirir.
Eksikliği kendin yaratırsın, orayı doldurursun, ama asla eşittirden sonrasına bakma, orası sadece bir çeşit halüsilasyon, yalan dünya orası, kültür değerlerinin ürettiği şeyler. Bunun farkındalığını yaşayan insan metafizik bilgelik yolunda yürür.
İnsanlara baktığında görmen gereken şeyler bunlardır, yani karakter analizi yapacaksın ya, bakacaksın algoritma o kişide hangi şeyi eksik değer olarak gösteriyor? Bunu anlamak da çok kolaydır, sonra hangi yönde çaba gösteriyor ve eşittirden sonrasının değerleri hangi sıklıkta değişiyor? Böylece herkesi yerli yerine oturtursun.
Bunları bilmenin ne faydası var insana? Şöyle bir faydası var, kimseyi kafaya takmazsın, olaylara bilinçli bakarsın. Buna tren istasyonu örneği vereyim, merkez gar, düşünün bir gara girdin, onlarca tren kalkmak üzere ama üzerlerinde bir işaret yazı yok hangisi nereye gidiyor ama üzerlerinde işaret yazı olursa hangisinin nereye gittiği belli olur, sen de ona göre nereye gideceksen o trene binersin.
Yani bir nedenden dolayı, diyelim bir kişi kendi denkleminde seni-3- değer olarak gördü, sen de bunda bir sıkıntı görmedin binersin trene ama seni fazla gördü tıraşlamaya başladı o zaman uzaklaşırsın. Ya da eksik gördü eklemeye çalışıyor, kafana yatmazsa uzaklaşırsın, bunun gibi çünkü her bir milyon insanın 999.999 u sana böyle davranacak, sen de buna göre pozisyon alırsın, kafana nasıl yatıyorsa öyle, yani bu bilgi seni bilinçli bir insan haline getirir. Bir de sen eşittirden sonrasına hiç bakmadığın için kendini eksik hissetmezsin, yani her günün kaliteli olur.